Tenis tarihine dönüp şöyle bir baktığınızda, skor tahtalarının çok ötesine geçen bir şey fark edersiniz. Bazı raketler yalnızca topa değil, tüm bir düzene vurmuştur. Erkeklerin tenisi domine ettiği dönemlerde, kadın tenisçiler sessiz ama sağlam adımlarla geldiler. Önce oyunlarını konuşturdular, sonra karakterlerini… Zamanla, kortlar sadece tenis oyunculuğunun değil, kimliğin, eşitliğin ve mücadelenin de sahnesi oldu.
Kimileri daha 17 yaşında Grand Slam kupasını kaldırarak dünyayı şaşırttı. Kimileri ise yalnızca rakibini değil, toplumsal tabuları da yendi. Çünkü kadın tenisçiler için mesele sadece kazanmak değildi, aynı zamanda oynayabilmekti, eşit görülmekti, ciddiye alınmaktı. Ve bunu başardılar.
Bugün kortlarda milyonların izlediği mücadelelerin arkasında, bir zamanlar tek başına antrenman yapan, erkeklerle aynı sahada oynamasına bile izin verilmeyen kadınların emeği var. Kaliteli bir tenis kursu ile temel becerilerinizi geliştirmek, spora sağlam adımlarla başlamak için ideal bir fırsat sunuyor.
Bu yazıda, tarihe adlarını altın harflerle yazdıran en ünlü kadın tenisçileri birlikte keşfedeceğiz. Her biri bir devrim… Her biri bir rol model… Her biri kortların kraliçesi.
Tenis tarihine damga vuran isimlerin tamamını görmek için en iyi 15 tenisçi listemizi de mutlaka inceleyin.
| Tenisçi | Uyruk | Grand Slam Şampiyonluğu | En Yüksek Sıralama |
|---|---|---|---|
| Serena Williams | Amerikan | 23 | #1 |
| Steffi Graf | Alman | 22 | #1 |
| Billie Jean King | Amerikan | 12 | #1 |
| Martina Navratilova | Çek-Amerikan | 18 | #1 |
| Chris Evert | Amerikan | 18 | #1 |
| Monica Seles | Yugoslav-Amerikan | 9 | #1 |
| Iga Świątek | Polonyalı | 4 | #1 |
| Naomi Osaka | Japon | 4 | #1 |
| Ashleigh Barty | Avustralyalı | 3 | #1 |
Serena Williams
Serena Williams’ı anlatmak için önce rakamları koyalım ortaya gelin. 23 Grand Slam şampiyonluğu, 319 hafta dünya 1 numarası, 4 Olimpiyat altın madalyası. Daha da fazlası var, ama sayıların ötesinde onun etkisini anlamak için kortun dışına da bakmak gerek.
Serena, hem fiziksel hem de zihinsel gücüyle kadın tenisinin ezberini bozdu adeta. Teniste güç deyince akla hep erkek sporcular gelirdi ya, işte onu yerle bir eden kadındır Serena. Servisleri o kadar hızlıydı ki, bazıları “erkek oyuncu gibi servis atıyor” diyerek küçümsemeye kalktı. O ise cevap bile vermedi, kupalarıyla konuştu. Ayrıca büyük şehir avantajlarıyla, İstanbul'da verilen bir tenis kursu fırsatını değerlendirmek, spora yeni adım atanlar için önemli bir destek olabilir.
Grand Slam şampiyonluğu ile açık dönemde en fazla Grand Slam kazanan kadın tenisçi oldu.
Ama onun hikâyesi yalnızca atletizm değil. 1990’ların sonunda, teniste siyahi bir kadın olarak sahaya çıkmak kolay değildi. Moda seçimleri bile eleştirilirken, Serena her turnuvaya özgüvenle girdi. "Ben buradayım" dedi. Hem kortta, hem medyada, hem iş dünyasında güçlü bir figür hâline geldi. Kadınlar için de, azınlıklar için de örnek bir figür oldu.
Ve belki de en etkileyici olanı tüm bu başarıları yaparken anneliği, iş hayatını, aktivizmi de sürdürmesiydi. Serena Williams, artık sadece bir tenis kadın oyuncusu değil; bir çağın, bir duruşun adı. Bugün genç kızlar raket tutarken onun adını hayranlıkla fısıldıyorsa, bu bir tesadüf değil.
Türkiye'den başarılı kadın ve erkek sporcuları tanımak isterseniz, önemli Türk tenisçileri yazısı sizi bekliyor.
Steffi Graf
Steffi Graf tenis tarihinin en sessiz ama en etkileyici devrimcilerindendir. Almanya’da doğan Graf, sadece 17 yaşında Grand Slam’leri kazanacak seviyeye geldi. Ama onu asıl efsane yapan yıl 1988’di. Aynı yıl hem Avustralya Açık, hem Fransa Açık, hem Wimbledon, hem de ABD Açık'ı kazandı. Yetmedi, bir de Olimpiyat şampiyonu oldu. Böylece "Golden Slam" denen eşsiz başarıyı yakaladı. Bugüne kadar bunu başaran tek tenisçi hâlâ o.
Ama Graf’ı izlemek sadece bir sportif başarıya tanık olmak değildir. Oyun stili, hızı, rakiplerini çözüp baskı kurmadaki zekâsı... Tam anlamıyla kusursuzdu. Özellikle forehand vuruşları hâlâ tenis tarihinin en etkili silahları arasında anılır. Sakatlıklarla uğraşmasına rağmen 22 Grand Slam kazanması, onun kararlılığını ve azmini gösteriyor.
Graf ayrıca medyayla çok içli dışlı olmadı. Öyle uzun basın toplantıları, şovlar, sansasyonlar yoktu. O konuşmazdı; raketi konuşurdu. Ve bu yönüyle özellikle Avrupa’daki birçok kadın tenisçi için bir ilham kaynağı oldu. Bugün hâlâ pek çok antrenör, oyuncularına onun maçlarını izletiyor. Çünkü Graf'ın oyunundaki denge, modern tenisin temelidir.
Billie Jean King
Kortta sadece kazanmak için değil, kendim olabilmek için oynadım.
Billie Jean King
Billie Jean King, rakiplerini kortta yenen bir tenisçi değil sadece. O, koca bir sistemi sarsan bir kadındı. 1960’ların sonlarında ve 70’lerde kadın tenisçilerin hem prestiji düşüktü hem de maddi getirileri. Aynı turnuvada oynadıkları erkeklerden çok daha az para kazanıyorlardı. King bu duruma sessiz kalmadı.
1973’te, tenis tarihinin en ikonik maçlarından birine çıktı. Bobby Riggs’e karşı “Battle of the Sexes”. Riggs, eski bir erkek tenisçi olarak kadınların teniste erkeklerle asla yarışamayacağını iddia ediyordu. King korta çıktı, o maçı aldı ve adeta "Kadınlar da eşittir" mesajını tüm dünyaya haykırdı.
Kadınlar, 2007 yılından itibaren tüm Grand Slam turnuvalarında erkeklerle eşit para ödülü almaya başladı. Bu tarihi adımın arkasında özellikle Billie Jean King’in yıllar süren mücadelesi ve Serena Williams gibi tenis kadın oyuncularının desteği yatıyor. Bugün korttaki mücadele sadece rakibe karşı değil; eşitlik, temsil ve güç için de veriliyor.
Ama Billie Jean King’in mücadelesi orada bitmedi. Kadın tenisinin organizasyonel altyapısını oluşturdu, kendi sponsorlarını ayarlayan ilk gruplardan oldu. LGBT+ hakları konusunda açık sözlü duruşu, onun sportif başarısını daha da anlamlı kıldı.
Onun sayesinde bugün kadınlar Grand Slam’lerde erkeklerle eşit para ödülleri alıyor. King’in etkisi sadece bir kuşakta değil; hâlâ kortlara adım atan her genç kadın tenisçi onun açtığı yoldan yürüyor. O artık sadece bir sporcu değil, bir figür, bir simge.
Martina Navratilova
Martina Navratilova, kadın tenisinde adeta bir devrimdir. Kimi zaman bir basın toplantısında söyledikleriyle, kimi zaman sadece voleye çıkarkenki özgüveniyle… Ama her zaman fark yaratan bir figür olmuştur. Kendi yeteneklerinizi geliştirmek için ankara tenis kursu seçeneklerini inceleyebilirsiniz.
Navratilova'nın oyun tarzı, özellikle servis-vole tekniğiyle ön plana çıkıyordu. Kadın tenisçilerin o dönem daha çok baseline oyununu tercih ettiği bir dönemde, o öne çıkıyor, fileye yaklaşıyor ve baskı kuruyordu. Fiziksel olarak çok güçlüydü ama asıl farkı, oyunu anlık analiz etme yeteneğiydi. Oyun okuma zekâsı, savunma pozisyonunu hücuma çevirme becerisi, rakiplerini her zaman bir adım geride bıraktı.
Ancak onun hikâyesi kortla sınırlı değil. Çekoslovakya’dan ABD’ye iltica etmesi, LGBT+ kimliğini açıkça ifade etmesi ve her daim politik duruşuyla kadın sporcular için ilham verici bir figür olması, onun mirasını sadece kupalarla değil, cesaretiyle de ölümsüzleştirdi. Bugün birçok genç tenis kadın oyuncusu, onu sadece bir raket ustası olarak değil, bir yol gösterici olarak görüyor.
Chris Evert
Chris Evert’e bakınca ilk göze çarpan şey zarafet olur. Ama topa vuruşunu izleyince anlıyorsun ki, zarafetin içinde çelik gibi bir irade gizli.
18 Grand Slam zaferi, 260 haftayı aşkın dünya 1 numarası ve yüzde 90’ın üzerindeki maç kazanma oranı… Bu rakamlar tesadüf değil. Evert, tenis tarihinde istikrarın, netliğin ve akıl dolu oyunun temsilcisiydi.
Oyunu baseline’dan oynamayı tercih ederdi ama öyle sıradan bir çizgi oyunu değil bu. Her vuruşu planlı, her puanı stratejik oynardı. Rakibini sabırla çözümleyen, zayıf noktasına yüklenen ve duygusal olarak asla çökmeyen bir yapıdaydı. Onun lakabı boşuna “Ice Maiden” değildi çünkü maç boyunca yüzünde bir mimik bile değişmezdi.
Erkeklerde zirveye çıkmış isimleri merak ediyorsanız, dünyaca ünlü erkek tenisçiler listesi tam size göre.
Chris Evert’in kariyeri boyunca Martina Navratilova ile oynadığı maçlar, kadın tenisinde “klasik rekabet” kavramının temelini attı. Sadece rakip değil, yıllar içinde birbirlerine dönüşen iki farklı stilin temsilcisiydiler. Biri sert ve baskılıydı diğeri ise sakin ve stratejik. Bugün hâlâ birçok kadın tenisçi, Evert’in istikrarını ve oyuna yaklaşımını örnek alıyor.
Monica Seles
Monica Seles, belki de tenis tarihinin en “ne olabilirdi?” sorusunu sorduran ismi. Çünkü sadece 19 yaşına geldiğinde 8 Grand Slam kazanmıştı. O yaşta, o kadar istikrarlı ve korkusuz bir oyun oynamak… Gerçekten akıl almaz.
Solak olması, çift el backhand kullanması, olağanüstü refleksleriyle tanınıyordu. Ama onun oyununu asıl farklı kılan şey şiddetli vuruşları. Her topa sanki bütün gücüyle giriyor gibiydi. Ve tabii ki o meşhur bağırışı… Bazı seyirciler ve rakipler bunu fazla bulsa da, Seles’in bu tarzı tenise ayrı bir enerji katıyordu.
Ne yazık ki 1993 yılında Almanya’daki bir maç sırasında izleyici kılığına girmiş biri tarafından bıçaklandı. Bu olay hem fiziksel hem de psikolojik olarak onu derinden etkiledi. Belki de o olmasaydı, bugün Grand Slam sayısı çift haneyi çoktan geçerdi.
Ama asıl değerli ve inanılmaz olan geri dönmesiydi. Aynı seviyede olmasa da, korta yeniden çıkmak, mücadeleye devam etmek zaten başlı başına büyük bir zaferdi.
Monica Seles, bugün birçok genç kadın tenisçi için sadece bir şampiyon değil, aynı zamanda mücadeleyi bırakmamanın simgesi.
Iga Świątek
Polonyalı yıldız Iga Świątek, henüz 19 yaşındayken 2020 Fransa Açık’ı kazanarak “Bu kızda bir şey var” dedirtti. Toprak korttaki hâkimiyeti, sakinliği ve zekâsı onu kısa sürede dünya 1 numarasına taşıdı.
Iga’nın oyununda en dikkat çeken şey, sakin bir zihinle oynarken aslında ne kadar agresif olabildiği. Topa sert vurur ama hata yapmaz. Kafa karışmaz, panik bilmez. Bu da onu kortta adeta bir zen ustasına çeviriyor.
Bugün hâlâ çok genç ama şimdiden birçok otoriteye göre “yeni dönemin Steffi Graf’ı” olarak anılıyor. Ve en güzeli, her röportajında bu işin yalnızca fiziksel değil, zihinsel yönüne de değinmesi…
Iga Świątek, modern çağın en dikkat çekici tenis kadın oyuncularından biri olmayı fazlasıyla hak ediyor.
Ayrıca bu oyuncular kadar önemli olan bir konu da kort seçimi ve zemin önerileri; doğru zeminde oynamak performansı etkiler.
Naomi Osaka
Japonya doğumlu ama Amerikan kültüründe büyüyen Naomi Osaka, güçlü servisleri ve hızlı vuruşlarıyla Grand Slam şampiyonluklarına ulaşırken, bir yandan da kırılganlığıyla dikkat çekti. Özellikle mental sağlık konusunu açıkça konuşması, onu sadece sporcu değil, bir ses hâline getirdi.
Osaka'nın ABD Açık ve Avustralya Açık zaferleri onun kort becerilerini kanıtlarken, turnuvalardan mental sağlık sebebiyle çekilmesi kadın sporcuların duygusal dayanıklılığıyla ilgili tabu konuları gündeme taşıdı. Bugün birçok genç kadın tenisçi, onun sayesinde duygusal kırılganlığın da bir güç göstergesi olabileceğini biliyor.
Ashleigh Barty
Avustralyalı Ashleigh Barty, oyun tarzı açısından kadın tenisine nefes aldıran isimlerden biriydi. Kimi zaman file önüne gelip rakibini şaşırtır, kimi zaman drop shot’larla oyunu çözerdi. Basit gibi görünen ama çok yönlü bir oyun anlayışı vardı.
Barty, 2022’de henüz 25 yaşındayken dünya 1 numarasıyken emekliliğini açıklayarak herkesi şaşırttı. Ama bu karar bile onun ne kadar kendine has biri olduğunu gösteriyor. Tenis onun için yalnızca bir başarı alanı değil, aynı zamanda içsel bir tatmin meselesiydi.
Rol model olmak için illa onlarca yıl kortta olmak gerekmediğini gösterdi. Ayrıca yerel spor imkanlarını değerlendirmek isteyenler, izmir tenis kursu ile profesyonel destek alabilir. Ve hala kadın tenisçilerin “kendi şartlarında” var olabileceğinin en güzel örneklerinden biri olarak hatırlanıyor.
Bu yazıyı beğendiniz mi? Puanlayın!
Loading...
